Üçüncü Kılıç
Bu hikâye, İzmir 9 Eylül Üniversitesi tarih profesörü Kemal Arı'nın araştırmaları üzerine yazdığı ''Üçüncü Kılıç (İzmir'in kurtuluşu ve Şerafettin)'' kitabı olmasaydı, belki de tarihin tozlu sayfalarında tamamen unutulup gidecekti...
İşgal yıllarında İzmir'de Yunan askeri cirit atarken bir taraftan da Anadolu, itilaf devletleri tarafından kuşatılmıştı. Mustafa Kemal Atatürk önderliğinde 22 gün, 22 gece sürecek olan Sakarya Meydan Muharebesi başlamıştı. 22 gün, 22 gece süren bu muharebe, Türk'ün nihai zaferi ile sonuçlanmıştı. Bu zafer, sadece Türk dünyasında değil; İran, Pakistan, Hindistan ve daha birçok Türk-İslam devletleri Gazi Mustafa Kemal Atatürk'e hediyeler ve mektuplar göndererek zaferi kutladı. Bu zafere en çok sevinen ülkelerden birisi de Bolşevik İhtilâli sırasında Orta Asya Türkleri tarafından kurulan Buhara Halk Cumhuriyeti'ydi. Buhara Halk Cumhuriyeti, Kurtuluş Savaşı'mıza gerek maddi, gerekse de manevi her türlü desteği sağlamıştı. Sakarya Meydan Muharebesi zaferi sonrası Buhara Halk Cumhuriyeti, zaferi kutlamak için kendi içinden bir heyet seçerek Ankara'ya gönderir. Heyeti bizzat olarak Mustafa Kemal Atatürk kabul eder. Bu heyet, yanında kardeşliğin ve zafere olan inancın bir göstergesi olarak hediyeler getirmişlerdi. Bu hediyeler arasında en çok göze çarpanlar ise Buhara hazinesinden özenle seçilmiş, değerli taşlarla süslenmiş, altın kılıçlardı. Bu kılıçların birincisi Mustafa Kemal Atatürk'e, ikincisi İsmet İnönü'ye, üçüncü ve en değerli olanı ise altın levhalarla süslenmiş, eski bir kılıçtı ama henüz sahibi belli değildi. Rivayete göre bu kılıç, hayatı boyunca hiçbir savaşta yenilgi yüzü görmemiş Türk İmparator Emir Timur'a aitti. Heyetin ricası, bu kılıcı İzmir'in Fatihine, yani İzmir'e girecek olan ilk komutana verilmesiydi. Atatürk, heyetin ricasını kabul ederek ''Bu kıymetli kılıcı İzmir'in Fatihine vereceğim. Allah'ın inayeti ile İnönü ve Sakarya zaferlerini kazanan ordumuz, pek yakında bu kılıcı da kazanmış olacak.'' diyerek bu haberi meclis kürsüsünden ilan etti. İzmir'in kurtuluşu ile özdeşleşen bu kılıç, vatanı kurtarmak için canını ortaya koyan her Türk subayının rüyalarına girmeye başlamıştı.
26 Ağustos'ta başlayan Büyük Taarruz'dan sonra 30 Ağustos'ta Dumlupınar'da Yunan ordusunun perişan edilmesi ve Atatürk'ün ''Ordular, ilk hedefiniz Akdeniz'dir, ileri!'' emriyle Türk ordusu, İzmir'e doğru akmaya başladı. Düşmanı en önde Fahrettin Altay Paşanın 5. süvari kolurdusu kovalıyordu. Kolordunun öncüsü olma görevi ise 2. süvari tümeninin 4. alayında bölük komutanı olan Yüzbaşı Şerafettin'e verilmişti. Yüzbaşı Şerafettin o günlerle ilgili anılarında ''Anlatılamaz bir hızla mesafeleri aşıyor, İzmir'e doğru resmen uçuyorduk. Kaçan düşman köyleri, kasabaları yakıyor, intikamını sivil halktan alıyordu. Adım başı rastladığımız yürekler acısı manzara, hızımızı büsbütün artırıyordu.'' diye anlatıyordu. Yüzbaşı Şerafettin, 80 kişilik öncü birliği ile 9 Eylül sabahı Kordon'a kurşun ve şarapnel yağmuru altında ulaştığında 40 askerini kaybetmiş, birçoğu da yaralanmıştı; fakat onlar bütün bu olanlara aldırış etmeden soluğu İzmir Hükûmet Binası önünde aldılar. Yüzbaşı Şerafettin Hükûmet Binası'nın balkonuna çıktığı zaman, balkonda Yunan bayrağı dalgalanıyordu. Yunan bayrağını indirdi; göğsünde sakladığı, ay-yıldızına boynundaki yaradan dolayı kan bulaşmış şanlı Türk bayrağımızı çıkardı ve gözyaşları içinde göndere çekti.
Anılarında o anı ''Yaraları kim düşünür?
Ölsem ne gam? İzmir'i kurtarmıştık ya, bu şerefin öncüleri biz olmuştuk ya...'' diye anlatmıştır. Nihayet 15 Mayıs 1919'da işgalle başlanılan mücadele; 3 yıl, 3 ay, 24 gün sonra 9 Eylül 1922'de İzmir'in kurtuluşu ile sonlanmıştı. Böylelikle üçüncü kılıcın sahibi de belli olmuştu. Kılıç, 16 Eylül günü İzmir Fatihi Şerafettin Beye, bizzat Başkomutan Mustafa Kemal Atatürk tarafından verildi. Soyadı Kanunu'nun gelmesiyle birlikte Şerafettin Bey de ''İzmir'' soyadını aldı. Son derece mütavazı bir asker olan Şerafettin İzmir, albay rütbesine kadar yükseldi ve orduya uzun süre daha hizmet etmeye devam etti. Emekli olduktan sonra İstanbul'a yerleşen Şerafettin İzmir, savaşlarda aldığı yaraların yol açtığı parkinson ve kısmi felçten 1951 yılında öldü... Şerafettin İzmir'in ölümünden sonra karısı Siret Hanım, bu maddi ve manevi değeri çok büyük olan kılıcı, İzmir'de açılması planlanan İnkılap Müzesi'ne bağışlamak için İstanbul Valiliği'nde birilerine teslim etti ama teslim ettiğine dair hiçbir belge almadı. Maalesef ki kılıç kaybedildi... Kılıcın görüldüğü son gün, o gündür. Kılıca bir daha rastlanmadı...
Bu hikâyeyi ilk okuduğum zaman yirmi yaşındaydım ve kendimden utanmıştım ''Nasıl böyle bir hikâyeyi daha yeni okudun?'' diye...
İşgal yıllarında İzmir'de Yunan askeri cirit atarken bir taraftan da Anadolu, itilaf devletleri tarafından kuşatılmıştı. Mustafa Kemal Atatürk önderliğinde 22 gün, 22 gece sürecek olan Sakarya Meydan Muharebesi başlamıştı. 22 gün, 22 gece süren bu muharebe, Türk'ün nihai zaferi ile sonuçlanmıştı. Bu zafer, sadece Türk dünyasında değil; İran, Pakistan, Hindistan ve daha birçok Türk-İslam devletleri Gazi Mustafa Kemal Atatürk'e hediyeler ve mektuplar göndererek zaferi kutladı. Bu zafere en çok sevinen ülkelerden birisi de Bolşevik İhtilâli sırasında Orta Asya Türkleri tarafından kurulan Buhara Halk Cumhuriyeti'ydi. Buhara Halk Cumhuriyeti, Kurtuluş Savaşı'mıza gerek maddi, gerekse de manevi her türlü desteği sağlamıştı. Sakarya Meydan Muharebesi zaferi sonrası Buhara Halk Cumhuriyeti, zaferi kutlamak için kendi içinden bir heyet seçerek Ankara'ya gönderir. Heyeti bizzat olarak Mustafa Kemal Atatürk kabul eder. Bu heyet, yanında kardeşliğin ve zafere olan inancın bir göstergesi olarak hediyeler getirmişlerdi. Bu hediyeler arasında en çok göze çarpanlar ise Buhara hazinesinden özenle seçilmiş, değerli taşlarla süslenmiş, altın kılıçlardı. Bu kılıçların birincisi Mustafa Kemal Atatürk'e, ikincisi İsmet İnönü'ye, üçüncü ve en değerli olanı ise altın levhalarla süslenmiş, eski bir kılıçtı ama henüz sahibi belli değildi. Rivayete göre bu kılıç, hayatı boyunca hiçbir savaşta yenilgi yüzü görmemiş Türk İmparator Emir Timur'a aitti. Heyetin ricası, bu kılıcı İzmir'in Fatihine, yani İzmir'e girecek olan ilk komutana verilmesiydi. Atatürk, heyetin ricasını kabul ederek ''Bu kıymetli kılıcı İzmir'in Fatihine vereceğim. Allah'ın inayeti ile İnönü ve Sakarya zaferlerini kazanan ordumuz, pek yakında bu kılıcı da kazanmış olacak.'' diyerek bu haberi meclis kürsüsünden ilan etti. İzmir'in kurtuluşu ile özdeşleşen bu kılıç, vatanı kurtarmak için canını ortaya koyan her Türk subayının rüyalarına girmeye başlamıştı.
26 Ağustos'ta başlayan Büyük Taarruz'dan sonra 30 Ağustos'ta Dumlupınar'da Yunan ordusunun perişan edilmesi ve Atatürk'ün ''Ordular, ilk hedefiniz Akdeniz'dir, ileri!'' emriyle Türk ordusu, İzmir'e doğru akmaya başladı. Düşmanı en önde Fahrettin Altay Paşanın 5. süvari kolurdusu kovalıyordu. Kolordunun öncüsü olma görevi ise 2. süvari tümeninin 4. alayında bölük komutanı olan Yüzbaşı Şerafettin'e verilmişti. Yüzbaşı Şerafettin o günlerle ilgili anılarında ''Anlatılamaz bir hızla mesafeleri aşıyor, İzmir'e doğru resmen uçuyorduk. Kaçan düşman köyleri, kasabaları yakıyor, intikamını sivil halktan alıyordu. Adım başı rastladığımız yürekler acısı manzara, hızımızı büsbütün artırıyordu.'' diye anlatıyordu. Yüzbaşı Şerafettin, 80 kişilik öncü birliği ile 9 Eylül sabahı Kordon'a kurşun ve şarapnel yağmuru altında ulaştığında 40 askerini kaybetmiş, birçoğu da yaralanmıştı; fakat onlar bütün bu olanlara aldırış etmeden soluğu İzmir Hükûmet Binası önünde aldılar. Yüzbaşı Şerafettin Hükûmet Binası'nın balkonuna çıktığı zaman, balkonda Yunan bayrağı dalgalanıyordu. Yunan bayrağını indirdi; göğsünde sakladığı, ay-yıldızına boynundaki yaradan dolayı kan bulaşmış şanlı Türk bayrağımızı çıkardı ve gözyaşları içinde göndere çekti.
Anılarında o anı ''Yaraları kim düşünür?
Ölsem ne gam? İzmir'i kurtarmıştık ya, bu şerefin öncüleri biz olmuştuk ya...'' diye anlatmıştır. Nihayet 15 Mayıs 1919'da işgalle başlanılan mücadele; 3 yıl, 3 ay, 24 gün sonra 9 Eylül 1922'de İzmir'in kurtuluşu ile sonlanmıştı. Böylelikle üçüncü kılıcın sahibi de belli olmuştu. Kılıç, 16 Eylül günü İzmir Fatihi Şerafettin Beye, bizzat Başkomutan Mustafa Kemal Atatürk tarafından verildi. Soyadı Kanunu'nun gelmesiyle birlikte Şerafettin Bey de ''İzmir'' soyadını aldı. Son derece mütavazı bir asker olan Şerafettin İzmir, albay rütbesine kadar yükseldi ve orduya uzun süre daha hizmet etmeye devam etti. Emekli olduktan sonra İstanbul'a yerleşen Şerafettin İzmir, savaşlarda aldığı yaraların yol açtığı parkinson ve kısmi felçten 1951 yılında öldü... Şerafettin İzmir'in ölümünden sonra karısı Siret Hanım, bu maddi ve manevi değeri çok büyük olan kılıcı, İzmir'de açılması planlanan İnkılap Müzesi'ne bağışlamak için İstanbul Valiliği'nde birilerine teslim etti ama teslim ettiğine dair hiçbir belge almadı. Maalesef ki kılıç kaybedildi... Kılıcın görüldüğü son gün, o gündür. Kılıca bir daha rastlanmadı...
Bu hikâyeyi ilk okuduğum zaman yirmi yaşındaydım ve kendimden utanmıştım ''Nasıl böyle bir hikâyeyi daha yeni okudun?'' diye...
Yorumlar
Yorum Gönder